Prodigital Dijital Baskı Makineleri

Mor Polimer

“Açık hava Reklam Sektörü Türkiye’de bitti mi?

Şafak Aydoğan

Bu soruyu sorunca insanlar, Açıkhava reklam sektöründe hiç iş biter mi, bilip bilmez konuşma diye lafı yapıştırıyorlar… Aslında burada sorulmak istenen soru, sektördeki aşırı rekabet, minimum kazanç ve tahsil edilemeyen alacaklardan kaynaklanan cazibesinin ortadan kalkmaya ciddi şekilde başlamasıdır. Görevim nedeni ile birçok dijital baskı firması, reklam malzemeleri tedarikçisi ile konuşma fırsatım oluyor.

Son 6 aydır kimle konuşsam, ayrım yapmadan, başka sektörlere geçmenin yollarını arıyorlar. Yada yaptıkları işi iç dekorasyon veya, inşaat gibi sektörlere paralel işlerle bağlamaya çalışıyorlar. Bu ne demektir, sektörde olanlar memnun değil demektir. Eğer bu sektörde bu sıkıntılar devam ederse ciddi şekilde firma kapanmaları veya iş değişiklikleri furyasını yakın gelecekte görebiliriz.

Bu ise sektörümüz için hiç iyi bir nokta olmayacaktır. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, Hollanda’da bir baskı merkezi yıllık 20-30.000 m2 baskı yapıp yaklaşık 200-300.000 Euro ciro yapabilmekte, yaptığı kazanç ise en az 100.000 Euro civarında olabilmektedir. Bu aynı örnek Türkiye’de şu an ciro olarak 60-90.000 USD civarında ciro ve kazanç olarak 10-20.000 USD  arasında fark etmektedir. Bunun yanında Hollanda’daki firma ödemesini almakta Türkiye’dekinden kat kat daha rahat tahsil etmektedir. Burada açık olan bir şey vardır ki, Türkiye’de iş hacmi çok, ancak kazanç nerdeyse yok seviyesine yakındır.

Bu hızla eriyen kazanç durumu, Türkiye Dijital baskı sektörünün bütün cazibesini bitirmiş, Açık hava reklam sektörüne de ciddi zararları dokunmaya başlamıştır. Bu bağlamda sadece firmalar, günlerini geçirmekte, gelecek planlarını yapamamaktadırlar. Yıllar önce bahsettiğim Çin Etkisi’de görevini tamamlamış gibi görünmektedir. 

“Acizane tavsiyem, Yaşamak için kazanmak, kazanmak için çalışmak, çalışmak için’de iç huzura ihtiyacımız var. Herkesin hakkıyla kazandığı ve tahsil ettiği bir sektör olmamızı çok dilerdim” 

Not: Buradaki bütün yazı ve görüşler Firmam Nac Grup Dijital Ltd. Ayrı olup, tamamen kendi görüşlerim ve anılarımdan oluşur. Firmamı hiçbir şekilde bağlamamaktadır. Her türlü eleştiri, soru ve fikir için aşağıdaki mail adresinden bana ulaşabilirsiniz:

safak_editr@yahoo.com

 

Maymunların Çilesi…

Mehmet Ali Özbudun

Mehmetali.ozbudun@tg.com.tr 

Gündem “kart kurt” etmeye başladığında, medya şenleniyor. Ekranları dolduran tartışma programlarında, ilginç sahneler yaşanıyor. Vatan ve millet sevgisi kapsamında pozisyon almakta zorlananları, aslanlar gibi statükoyu savunanları izlerken, yıllar önce internet ortamında dolaşan bir hikâyeyi hatırlıyorum.

***
Çelik bir kafes. Kafesin ortasında bir direk, direğin tepesindeki şeffaf torbaya yerleştirilmiş bol miktarda taze muz.
Kafesin içine, beş tane yetişkin maymun alınır. Muzları fark eden maymunlar, direğe tırmanmak için fırsat kollamaya başlar. Ne var ki, direğe hamle yapan her maymuna, derhal tazyikli soğuk su sıkılır. Yaklaşık on beş dakika içinde, beşi de sırılsıklam olur. Cesaretini toplayıp muzlara yönelen olursa, tazyikli su tekrar devreye girer. İliklerine kadar ıslanan ve hırpalanan maymunlar, muzlarla ilgilenmekten vazgeçerler.
Bir süre sonra, maymunlardan biri dışarıya çıkarılır, onun yerine böyle bir tecrübeyi yaşamamış, ıslanmamış bir maymun kafese alınır.
Kafesin yeni misafiri, diğerlerine şöyle bir göz bir gezdirir ve muzlara doğru yönelir, ancak tam direğe tırmanacakken, kafesin kıdemli ve ıslak maymunları, onu yaka paça aşağı çeker ve bir güzel döver. Maymun, her atağında aynı şekilde tartaklanınca, çareyi muzlardan feragat etmekte bulur ve bir köşeye siner.
Nöbet değişimi devam eder. Tazyikli suyun dehşetini yaşamış olan ıslak maymunlar, yerlerini birer birer yeni maymunlara bırakır. Her yeni gelen, tıpkı bir önceki gibi, muzlara dokunulamayacağını kavrayana kadar, hemcinsleri tarafından kıyasıya dövülür.
Nihayet, beş tane yeni maymun, muzlara ulaşılamayacağını öğrenir.
Kısacası..
– Burada işler böyle gelmiş, böyle gider, sakın ola değiştirmeye kalkmayın, bedel ödersiniz!
***
İsterseniz, hayal gücümüzü işletip, biraz spekülasyon yapalım ve soralım.
Sizce..
-Kafesin ilk sakinleri olan ıslak maymunlar, neyi simgeliyor?
-Islanmadığı halde, dayak ve mahalle baskısı sebebiyle muzlardan vazgeçen ve statükoyu savunan maymunlara ne demeli?
Hepsinden önemlisi..
– Senaryoyu kim yazıyor? Maymunları kim ıslatıyor? Rolleri kim dağıtıyor?

***
Bendeniz, bu ve benzeri soruların cevaplarını bir türlü bulamıyorum.
Ancak..
Şimdilerde olduğu gibi, ülke olarak kritik bir kavşağa geldiğimizde, tuzaklarla dolu bir labirente ya da bir kafese kilitlendiğimizi düşünüyorum.
Acaba neden?
Sahi.. Siz ne durumdasınız?

Satıyoruz, satacağız

Prof. Dr. İsmail Kaya

Herkesin her şeyi arayıp bulabildiği, genç-yaşlı ahalinin ekranlardan ayrılamadığı, yeni nesil pazarlamacıların ve sosyal medyanın kol gezdiği, internet satışlarının hızla arttığı bir dünyada, bir yandan da, “satıcı” ve “satışçıların” yeri ve rolleri, internetin, aracı, satıcı ve satışçılığa etkileri de tartışılıyor.

Bizde kimin satışçı, kimin neci olduğu, kimin kayıtlı kimin kayıtsız çalıştığı bilinmiyor. Ama ABD’de nüfusun dokuzda birinin satış mesleğinde olduğu ve üstelik bu rakamın son on yılda hiç değişmediği biliniyor. Yani, orada, henüz satışçılıktan bir kaçış görülmüyor. Buna mukabil, satışçılıkta ciddî değişimler yaşanması gerektiği üzerinde duruluyor.
Ahalinin satışçılığı ve satışçıları algılaması hâlâ hastalıklı. Satışçılara yakıştırılan olumsuz ve kötü yaftalar kolay silinecek cinsten değil. Satıcılar ve satış elemanları hâlâ sakınılacak insanlar kategorisindeler.
Çok satan satışçılık kitaplarıyla ünlü Daniel Pink, bir “kelime bulutu” analizine dayanarak, satış ve satışçı kelimelerine yakıştırılan çağrışımlarda kullanılan sıfatların dörtte üçünün “tâcizkâr, itici, aşağılık, iğrenç, samimiyetsiz” vb. derecesinde olumsuz ifadelere kadar uzanabildiğini, sıfatların ancak dörtte birinin daha yumuşak ve olumlu görüldüğünü söylüyor. (“Seksenler” dizisindeki “Butik Ali”ye hangi sıfatları yakıştırdığınızı hiç düşündünüz mü?)
Çalışanların geri kalan onda dokuzunun da satışla ilgili işler yaptığını iddia eden, Pink, 7.000 kişiye, “Sizce, işinizin ne kadarlık bir bölümü, insanları elindekileri bırakıp başka bir şey yapmaya, ona önerdiklerinizi kabul etmesi için onları iknâ ve inandırmaya çalışmakla ilgilidir?” sorusunu yöneltmiş. Çalışanların zamanlarının % 41’ini (yani, saatte 24 dakikayı) “satış türü” bir faaliyete harcadıkları ortaya çıkmış.

“İşte budur! Sevelim ya da sevmeyelim, hepimiz, satış işindeyiz ve görevlerimizin büyük bir bölümünde insanları iknâya, düşündüğümüzü düşündürmeye, bildiğimize inandırmaya, onlara bir şey satmaya uğraşıyoruz” diyor.

Sözün özü şu ki, bu iş, bu meslek, hepimizin işinin bir parçası. Bazılarımız yakasında satışçı rozetiyle çalışsak da, işimiz, yaşımız, mesleğimiz ne olursa olsun etkili satışçılar olmak zorundayız.

Mesele, arkasından iyi şeyler söylenenlerden olabilmekte…